Son 1 ay içerisinde en motive şekilde yapmak istediğiniz, ama bir şekilde ertelediğiniz isteklerinizi listelemek isteseniz yazacağınız maddeler sizi oldukça şaşırtacaktır. Bundan çok değil sadece 15 sene öncesine kadar hayatınızda 1 ay içerisinde ertelediğiniz isteklerinizin; sonra okurum, sonra izlerim, sonra yaparım dediklerinizin sayısı ile bugün arasındaki farkı düşündüğünüzde ise daha fazla şaşırmanız oldukça olası. Peki bunun sebebinin ne olduğunu hiç düşündünüz mü?

21. yüzyılın bizlere bahşettiği en büyük faydalardan biri olan “sınırsız bilgi” hayatımızın çok daha komplike ve yaşanması zor bir hal almasına sebep oluyor. İnsanların bir gün içerisinde maruz kaldığı yüksek hacimli bilgi yükü beynin aşırı uyarılmasına sebep oluyor. Sosyal bir varlık olarak insanın fiziksel dünyada gerçekleştirdiği birçok farklı bilgi alışverişine ek olarak; e-postalar, sosyal güncellemeler ve bildirimlerin muazzam hacmi üzerimizde ezici bir yük oluşturuyor. Bu bilgi akışı doğru yönetilmezse veya kısıtlanmazsa kişilerin psikolojisi üzerinde kronik problemlere dahi yol açabiliyor.

Bu yazıdan neredeyse tam 10 sene önce The Economist’ten Schumpeter “Aşırı bilgi yüklemesi, modern yaşamdaki en büyük rahatsızlıklardan biridir” diye yazmış. Modern yaşamın bu önüne geçilmesi zor psikolojik yükü karşısında giriş kısmında bahsettiğim alışkanlık insanlar için bir savunma mekanizması haline geliyor. Ertelemek!

Etrafımızda oluşan ve hayatımızı şekillendiren veriden bahsederken eski dünya düzeni ve yeni dünyanın aritmetiğini daha iyi anlamamız gerekiyor. Bunun için 2017 senesinde yapılan bir veri istatistiği çalışmasına bakmamız yeterli olacaktır. New York, ABD merkezli dünyanın en büyük bilişim teknolojisi şirketi IBM tarafından 2017 senesinde yapılan bu çalışmaya göre; insanlık tarihinin en başından itibaren oluşturulan tüm bilgi ve verilerin %90’lık bölümü sadece son 2 sene içerisinde oluşmuş. Tıpkı sizin gibi araştırmanın işaret ettiği bu sonuçları bende iki hatta üç defa tekrar okuma ihtiyacı hissettim. Hem anlam hem de kavram olarak böylesine büyük ve iddialı bir argüman inandırıcı gelmiyor. Fakat 2012 yılında tüm dünya üzerinde 2.5 milyar internet kullanıcısı varken 2014 yılında bu rakam 3 milyarı aşmış, 2019 senesinde ise 4.1 milyar kullanıcı ile 7 senede %100’e yakın bir artış gözlemlenmiştir. 2020 yılı Covid-19 pandemisi etkisi ile tüm iş dünyası ve sosyal hayatın online düzleme kayması ile bu rakamdaki artışı hayal etmemiz mümkün bile değil. Kullanıcı sayısındaki bu agresif artışı düşündüğünüzde rakamlar size şimdi daha mantıklı geliyor değil mi?

Bunca veri ve bilgi akışı içerisinde, tüm gelişmelere sadece elinizi cebinize atarak veya hafifçe masaya uzanarak ulaşabiliyor olmamız ise 15 sene öncesinin penceresinden baktığınızda dahi oldukça fütüristik ve gerçekdışı geliyor. Bu kadar kısa sürede gelişen ve değişen bir toplum alışkanlığının karşısında 65 milyon senede evrilerek ancak bugünkü haline gelebilen zavallı insan beyni nasıl mücadele edecek? İşte asıl sormamız gereken soru bu…

İşte bu noktada sonsuz bilginin peşinden sürekli koşmak ve ertelemek şeklinde birbirleri içerisinde sonsuz bir kısır döngüye evrilen insan beyni içerisinde bir kedi fare oyunu başlıyor. FOMO ve JOMO kelimelerini daha önce duymamış olabilirsiniz ama erteleme ile başa çıkmaya çalıştığınız bu yeni düzen içerisinde cephanenizdeki en önemli silahlarınız aslında bu kavramlar. Fear-Of-Missing-Out yani kısaca FOMO’dan ilk defa 2004 senesinde Joseph Reagle tarafından yayınlanan bir Harbus makalesinde bahsediliyor. FOMO kavramsal olarak sizin hayatınızı daha iyi hale getirebilecek etrafınızda süregelen tüm olayları, deneyimleri veya kararları bilmediğiniz ya da kaçırdığınız için mutsuz olmanızı ifade eder. Peki insan bilmediği bir deneyim yüzünden nasıl mutsuz olabilir? Reagle’a göre bu durum başkalarının bizden daha iyi vakit geçirmesinden, daha mutlu olmasından, daha fazla yeni deneyim elde etmesinden kaynaklanıyor. Tanıdık geldi mi?

Sosyal medyanın hayatımızda çok büyük vazgeçilmez haline gelmesi ile beraber etrafımızdaki tüm insanlar ile olan etkileşimimiz ve iletişimimiz başka bir boyuta taşındı. Hatta buna ek olarak etrafımızda fiziksel olarak iletişimimiz olmayan insanların hayatlarına da futursuz bir dahiliyet hakkı kazandık. Herkesin mutlu olduğu, herkesin kusursuz olduğu, herkesin yeni deneyimler peşinde koştuğu, tüketimin ve standardize bir mutluluğun kodlandığı sosyal medya ile beraber FOMO hepimizin hayatında konsepte aşina olsak da olmasak da bir psikolojik bir gerçek oldu. JOMO yani Joy-Of-Missing-Out ise her kavramda olduğu gibi FOMO için bir anti-tez niteliğinde diyebiliriz. Tüm bu bilgi ve veri bulutu içerisinde kaçırmanın insan ruhuna yaşattığı mutluluğu kavramsallaştırıyor.

Eğer Sosyal Medya ve insanlar üzerine etkilerine dair buraya kadar okuduklarınız ilginizi çektiyse 2020 Netflix yapımı Social Dilemma adlı belgeseli izleme listenize almanızı tavsiye ederim. Bu öneri hoşunuza gitti mi? Peki ne kadar erteledikten sonra kendinize vakit ayırıp izleyeceksiniz?

Erteleme durumu her ne kadar sadece sosyal medyanın bizimle tanıştırdığı bir kavram olmasada son 10 senedir teknolojik gelişmeler ile insan hayatında değişen alışkanlıklar “erteleme” olgusunu hayatımızda daha merkeze aldı. Ertelemek ve zamanın ruhunu kaçırmak işte ilk yazısını yazdığım bu blogun temel hayata geçiş amacı.

Sonra Okurum için yazacağım ilk yazının bu küçük ve mütevazi blogun ismi kadar, amacı ve hedefini de özetleyebilecek bir yazı olmasını istedim. Profesyonel iş hayatına atıldığım son 8 senedir ve insanüstü bir çalışma temposu ile savrulduğum son 5 senedir periyodik olarak, aksatmadan ve vazgeçmeden yaptığım tek eylem “ertelemek” oldu. Sonra okurum, sonra izlerim, sonra dinlerim, sonra ararım, sonra yaparım ve aklınıza gelebilecek tüm eylemlerin başına getirebileceğiniz tonlarca “sonra”… Son 1 aydır yapmayı çok istediğimiz ama ertelediğimiz kararların ve eylemlerin listesinden bahsettiğimi hatırlarsınız. Bu yazıyı okuduktan sonra eğer yapabilirseniz bunlardan sadece 3 tanesini bir kağıda, telefonunuza, bilgisayarınıza veya tabletinize not etmenizi rica ediyorum. Sizi mutlu edebilecek bu küçük zamanları erteleyerek ne kadar zaman kazandığınızı, bu zaman ile ertelediğiniz istekler yerine neler yaptığınızı ve bunların sizi mutlu edip etmediğini düşünün eğer yapabilirseniz.

Ben bunları düşündüğümde ertelediğim zamanların kaybettiğim dakika ve saatler olarak hiçbir amaca hizmet etmediğini gördüm. Sonra Okurum bu düşüncelerin kafamda gezindiği bir Bodrum akşamında ortaya çıktı. Bu blog ile beraber biraz daha kendime vakit ayırmak, sevdiğim konular hakkında araştırma yapmak; okumak, izlemek, tüm edindiğim bilgiler hakkında oturup keyifle düşünebilmek ve belki güzel bir kadeh viski ile belki de sıcak bir kahve eşliğinde bunlar hakkında yazmak, minik hikayeler anlatmak ve paylaşmak istiyorum. Hayatımın her döneminde yapmaya çalıştığım ve entellektüel anlamda beni beslediğini düşündüğüm tüm bu istek ve fikirleri “Sonra Okurum” ile daha düzenli ve daha planlı yapmayı umuyorum. Tüm bunları başarabilirsem 2000’lerin başında kişisel medya olarak büyük umutlarla bel bağladığımız ama kalitesinin her geçen gün düştüğüne inandığım sosyal medyanın olması gereken esansı ve gücü ile burada sahte gündemlerden, kötü haberlerden, olaylar yerine kişilerin, fikirler yerine olayların tartışıldığı alanlardan sıkılan ve farklı konularda okumayı, araştırmayı ve sohbet etmeyi seven insanlarla keyifli bir ortam yaratabiliriz diye hayal ediyorum.

Sağlıklı günler dilerim…

Subscribe
Bildir
guest

4 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Kemal Sirin
Kemal Sirin
3 yıl önce

Odak, odak, odak. 
·      “il faut cultiver notre jardin” Voltaire – Candide’in son cümlesi (“‘One Must Cultivate One’s Own Garden’”, veya “we must tend to our own affairs”, gerçekten bahçemiz varsa, onunla ilglenmek)
·      When Bill Gates first met Warren Buffett, their host at dinner, Gates’ mother, asked everyone around the table to identify what they believed was the single most important factor in their success through life. Gates and Buffett gave the same one-word answer: “Focus.”
Focus, yanı maymun iştahlı veya tembel olmamak, Türk gibi başladığını Alman gibi bitirmek. Focus, yani neye focus etmiyeceğini de bilmek, ve ona focuslanmadan yaşamayı hayat tarzı haline getirebilmek (Türk dizisi, dedikodu gibi, gereksiz haber, bir şeyi derinlemesine bilmek ve hayatına kalıcı şekilde katmak).
10-14 yaş arasında seni en çok ne motive ediyorsaydı, ona odaklanıp onda asıl fark yaratabileceğinize inmak. Bilgi’nin değeri kalmadı (accessible to all), odak önemli. 14 yaşında size ne motive ediyorsaydı, muhtemelen o sizin için tutku duyabileceğiniz birşey, ve kolay vazgeçmenizi engeller. Onun üzerinden bir hobby, iş, uğraşı üzerinde odaklanın

trackback
3 yıl önce

[…] tanıyarak bu yazıyı okuyanlar, uzun süredir takip edenler veya Sonra Okurum‘un ilk yazısını okuyanlar viskiye dair ilgimi gayet iyi bilirler. İlgim bir içkiden keyif almaktan öte seneler […]