Türkiye’de son 20 senede en çok konuştuğumuz konu çatışma. İdeolojik polarizasyon ve diğer tüm alanlardaki kutuplaşma önüne geçilemez bir boyuta ulaştı. Konuştuğumuz konu her ne olursa olsun bir noktada fikir ayrılığı yaşıyoruz. Tartışmalarımız fikirler değil; tamamen durumlar ve kişiler üzerinden ilerliyor. Anlaşamadığımız konun ne olduğu konusunda dahi anlaşamıyoruz artık. Peki yaşadığımız coğrafyada hepimizin hem fikir olduğu yegane konu nedir? Başarı ve başarısızlık!
Başarının tanımı bunlardan en önemlisi. Kısa bir süre düşünmenizi istiyorum. Çevrenizde kültürel kodlardan bağımsız olarak başarı konusunda herkes aynı fikirde değil mi? Komşu sohbetindeki yaşlı teyzeler ya da çekirdek aile… İlkokulda veya üniversitede; beyaz yakalılar arasında veya üst düzey yöneticelerde… Lüks bir barda ya da bir köy kahvesinde… Başarı sosyoekonomik düzey veya entellektüel seviye farketmeksizin bir değerlendirme kriteri olarak oldukça müşterek bir değer. Kültürel olarak buna benzer bir davranış desenine dünya genelinde rastlamak oldukça zor.
Bu dünya görüşü ile yetiştirilen neslin durumu nedir peki? Pek tabi onların da en büyük odağı başarı ve onlara tanımlanan süreçler oluyor. Bu yazının konusu başarının algısından ziyade süreçlerinin tanımlamasında toplumsal olarak eksikliklerimiz ve yanlışlarımız olacak. Başarıya odakladığımız bir neslin başarı düşüncesini kutsallaştırması bu şartlar altında olağan bir durum. Bu mental hal ile başarısızlığa dair olağanüstü bir korkuya sahip olmaları talihsiz bir yan etki. Başarısızlık korkusunun bir nesli denemekten ve adım atmaktan imtina edecek duruma getirmesi ise… İşte bu kaçınılmaz ve korkunç bir sonuç olarak önümüze çıkıyor.
Başarısız olmayı başarmak
Harekete geçmek ve başarısızlıktan korkmamak ile ilgili çok fazla klişe söz var… İçlerinde benim en favorim ise “Başarısızlığı kabul edebilirim ama denememeyi asla kabul edemem.” sözü. Micheal Jordan gibi bir pro atletin başarısızlığa dair böyle bir söz söylemesi ve en önemlisi tüm kariyeri ile bu sözünün altını doldurabilmesi bana göre oldukça önemli. Zira başarılı üst düzey sporcuların neredeyse tamamında görülen narsist ve başarı odaklı kişilik hallerinden oldukça farklı bir tutum bu. Tıpkı yukarıda bahsettiğim toplumsal değer yargılarının bizleri etkilemesi gibi… Jordan’ı farklı kılan da diğer başarılı sporcular gibi düşünmemesiydi. Birçok başarılı atlet olmasına rağmen sadece bir “Air Jordan” olmasının en önemli sebebi budur.
Başarısızlığı başarının tam tersi olarak algılamak yerine başarıya giden bir süreç olarak düşünen tüm örneklerin başarının üzerinde bir değer yarattığını görebiliyoruz. Bu tez üzerinde biraz beyin jimnastiği yapmanızı istiyorum. Başarılı çok fazla kişi ve kurum varken, farklılaşabilen ve başarısını bambaşka bir boyuta taşıyabilen neden çok az örnek var. Başarıyı bir hedef olarak tanımlamak bizi sınırlandırıyor mu? Bunun yerine başarı kavramını bir süreç olarak görmek yoldaki tüm fırsatları mikro başarılara dönüştürmemize; engelleri derslere, yolculuğu ise bir hikayeye dönüştürmemize olanak tanıyor olabilir mi? Başarısızlıklarımız hedeflediğimiz başarılı noktaya ulaşırken bize çok daha somut ve olumlu bir perspektif kazandırıyor. Ama sadece onları bir dost olarak görebilirsek…
Başarısızlıklar hakkında konuşmak
Hem kurumsal ünvanım hem de mesleğim sebebiyle her sene yüzlerce üniversite öğrencisi ile iletişim kurma fırsatı yakalıyorum. Geleceğe dair en büyük korkularını sorduğumda cevaplar neredeyse hep aynı. Her 10 üniversite öğrencisinin 7’sinden başarısız olmakla alakalı geribildirimler alıyorum. Yukarıda da uzun uzun anlattığım gibi bu gayet olağan bir durum. Ben de işin sosyolojik ve akademik boyutu bir kenara; onların şapkasıyla baktığımda kendimi 20’li yaşlarımda birebir aynı durumdayken görebiliyorum. Anlaşılması güç olan durum ise bir çoğunun başarıyı hiçbir zaman başarısız olmamak olarak tanımlıyor olması. Kendime sorduğum ilk soru ise onları böyle şartladığımız bir dünyada bunu nasıl mümkün kılabiliriz? Böyle bir beklentinin altını doldurmak mümkün mü?
Sadece başarıyı ve nasıl başarılı olacaklarını anlattığımız gençlere böyle bir dünya sunamıyorsak; beklentilerinin altını dolduramıyorsak belki de artık biraz başarısızlıklardan da bahsetmemiz gerekiyor. Bizim deneyemediklerimizi ve başarmaya cesaret edemediklerimizi onların denemesine ve başarısız olmasına izin vermemiz gerekiyor.
Başarı ile başarısızlık arasındaki fark perspektiftir
Beni tanıyarak bu yazıyı okuyanlar, uzun süredir takip edenler veya Sonra Okurum‘un ilk yazısını okuyanlar viskiye dair ilgimi gayet iyi bilirler. İlgim bir içkiden keyif almaktan öte seneler içinde işin mutfağındaki temel bilgilerden; mesleğim gereği kimyasal ve bilimsel kısmına kadar uzandı. Daha çok tercih edilen diğer alternatiflerine göre önyargıyla yaklaşılan bir alternatif olması ise beni cezbeden en önemli tarafı sanırım. Önyargılar ve toplumsal kabul gören değerler ile alakalı sorgulayacı bir tutumum olduğunu yazının başından itibaren anlamışsınızdır… Bu ilgimin de olgulaşmasında aslında hikaye değişmedi. Viski hakkında araştırma yapmak, diğer tüm içkilere göre daha keşfedilebilir bir alan olması ve çevreme bunu anlatabiliyor olmak oldukça keyifli bir hal aldı benim için.
Seneler içerisinde beni en çok etkileyen noktalardan biri (tıpkı şarap üretiminde de olduğu gibi) viski üretiminde sabırın ve zamanın oldukça önemli olmasıydı. Örneğin İskoç kanunlarına göre viskilerin minimum 3 yıl süreyle meşe fıçılarda olgunlaşması gerekiyor. Bu süre damıtım evlerinin seleksiyonlarına göre 30 seneden 50 seneye kadar uzanabiliyor. Üretimin teknik detayları oldukça karmaşık ve uzmanlık gerektirirken; bir yandan da zaman ve sabır daha önce de belirttiğim gibi oldukça önemli.
Sadece İskoçya’da bugün 130’dan fazla damıtım evi bulunmaktadır. Bu damıtım evlerinin en prestijlilerinden ve bilinenlerinden biri de Glenfiddich. 1886 yazında William Grant ve ailesi tarafından kurulan bu köklü ve ünlü marka yüzyıldan fazla süredir birçok ilke ve inovasyona imza atmıştır. 2010 yılına geldiğimizde ise İskoçya’nın Speyside bölgesinde yer alan tesislerinin bulunduğu bölgede tarihin en şiddetli kar fırtınalarından biri gerçekleşmiştir. Glenfiddich’in kendi deyimi ile “bir fil sürüsü kadar” ağırlığı taşıyamayan depolarının çatıları çökmüş ve depo karlar altında kalmıştır. Çatıda biriken tonlarca kar ile mahvolan fıçıların yaşı ise 13 ila 30 arasında değişmektedir.
Anka kuşu gibi olabilmek
Bir gece içinde yok olan 30 senelik emek. Tam bir felaket , kocaman bir hayalkırıklığı ve başarısızlık. Toplamda 4 depo ve 100’den fazla fıçı -19°C olarak ölçülen sıcaklıkta karlar altında yok olmak üzeredir. Glenfiddich baş harmancısı (viski camiasında en prestijli ünvanlardan biri) ve şirket yetkilileri bu değerli fıçıları nasıl kurtarabileceklerini düşünürler. Hepsinin ortak fikri fıçıları hızlı bir şekilde kurtararak şişelemeye başlamaktır. Uzun uğraşlar ile 90’dan fazla fıçı kurtarılır ve özel bir seleksiyon yaratılır. Sınırlı sayıda üretilecek bu seriye “Snow Phoenix” adı verilir. Bunun sebebi çatısı çöken depolardan birinin üstünden depoya yayılan ışığın bir anka kuşu şeklini andırmasıydı. Snow Phoenix hem hikayesi ile hem sınırlı sayıda üretilmesi ile hem de kim bilir karların etkisiyle farklılaşan tadı ile kısa bir sürede kült bir viski haline geldi.
Büyük başarısızlıkları başarıya dönüştürmek bir kabiliyet ya da şans değildir. Tamamen perspektif meselesidir. Yıkık bir çatıya umutsuzca bakmak ile dışarıdan süzülen ışığı görebilmek arasındaki tek fark bakış açısıdır. Başarısızlıkların arkasındaki sebepleri, fırsatları ve önünüzde uzanan uzun yolu görebilmek başarıya ve hedeflediğiniz noktaya ulaşmanız için elinizdeki tek fırsat olabilir. Başarısızlıklarınız daima sizinle olsun.
Sağlıklı günler dilerim…
Başarısızlıkların büyük başarılara dönüştüğü bildiğiniz hikayeler varsa buradan paylaşabilirsiniz. Var mı bildiğiniz ilgi çekici başarısızlık hikayeleri?